“Yekdiğerini takip eden muvaffakiyetsizliklerim bende nefret-i hayatı tezyit ediyordu. Bende yalnız bir arzu vardı insanların arasından kaçmak, bir köye, tenha bir mahalle gitmek, münzeviyâne yaşamak! Her şeyi fena görüyor, insanların her hâlini muaheze ediyordum: İşte şimdi beni çıldırtan hastalık o zaman başlamıştı.” Bir Muhtıranın Son Darbeleri “Gözlerimin önünden o zamana kadar hatırımda bir setre-i kesife altında mestur kalıp da bağteten taayyün eden bir hayal şeklinde süratle geçtiniz; lakin nazarlarınız âmâk-ı ruhuma tenfiz-i aşk edecek kadar zaman bulmuştu. Gözlerim elan nazarınızla ettiği ilk telakinin tesirâtıyla ihtizaz ediyor, hayaliniz bir inikâs-ı ani ile hatıramda pervaz eyliyor; üzerimde hâsıl ettiğiniz tesir-i serinin hayranıyım.” Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası “Başım ateşten bir zincirle sıkılmış gibi yanıyor. Beynim kaynıyor zannediyorum. Bir haftadır odamdan çıkmadım, kalbimde korku var. Ben tuhaf bir şey oluyorum, yedi gündür bana musallat oldu; orada, yanımdaki iskemleden kalkmıyor. Gözleriyle daima beni takip ediyor. Ne yapayım? Kime söyleyeyim? Herkes bana gülüyor. Benimle eğleniyor.” Deli Bir Muhtıranın Son Yaprakları hikâyesinde Necip’in şehri terk edip köye yerleşerek girdiği inzivada hayatın anlamını, yaşamanın maksadını yorumlaması; nefret, bıkkınlık, buhran, yalnızlık, boşluk, anlamsızlık sarmalı ve karamsarlık pençesinde kendi sonunu hazırlaması anlatılır. Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası hikâyesinde İclal ve Cevat adlı genç bir çiftin evlilikle nihayetlenen aşk süreçleri anlatılırken yaşamanın, hayatta kalmanın sevgi için gerekliliği sonucuna varılır. Bir Muhtıranın Son Yaprakları hikâyesinin başkişisi Necip’in yaşadıklarının aksine, İclal ve Cevat birbirlerine tutunarak hayata anlam katarlar. Deli hikâyesinde ilgi çekici yön, esasen Halid Ziya’nın çocukluğunda saklanan anılarla başkişinin hatıralarının benzeşmesidir. Yazarın Kırk Yıl eserinde İzmir’den İstanbul’a taşındıkları dönem kaldıkları ilk konağa dair aktardıkları söz konusu benzeşimi gösteren önemli bir delildir.