Locke, Aydınlanma döneminin en önemli düşünürlerindedir. Devleti gökyüzünden yeryüzüne indirmek için önce teokratik devletin temellerini yıkmış ve ardından bir toplum sözleşmesi teorisi yoluyla onu insanların rızasına dayandırmıştır. Bu amaca ulaşmak için insan zihnini beyaz bir sayfaya (tabula rasa) benzetmiş; doğuştan bilgi olmadığını göstermiş ve insanın bilgisinin kaynağının duyum-deney ile akıl olduğunu söylemiştir. Tanrı’yı bilgi sınırları dışında bırakmasına rağmen doğa yasasına yaptırım sağlayan bir öğe olarak teorisine dâhil etmeyi başarmıştır. Tanrı, insanoğlunun varlığının sürdürülmesini emreden temel doğa yasasını bildirmiştir ve bu yasa gereğince insanoğlu başkalarının da yaşamını güvence altına alan barış içinde bir yaşam sürdürmekle yükümlüdür. Tanrı bu amaçla yeryüzü ve üzerindekileri yaratmış ve insanın kullanımına sunmuştur. Buradan hareketle ilk yorumcular Locke’u sosyalist düşüncenin öncüsü saymışlardır. Ancak sonraları liberal yorumcular onu mülkiyet hakkına kutsal bir temel hazırlayan liberalizm savunucusu olarak kabul etmişlerdir. Locke siyasal yönetimin insanların rızasına dayalı olduğunu ve bu rızanın dışına çıkan yönetime karşı direnme hakkı bulunduğunu ileri sürdüğünden, liberal devletler bu düşünceye yaslanmışlardır. ABD bağımsızlık bildirisi Locke’un direnme hakkına ilişkin sözlerini adeta tekrarlamıştır. Locke günümüzde yönetim ve hukukla ilgilenen bütün üniversitelerde vazgeçilmez bir temel başvuru kaynağı niteliğindedir. Teorisi güçler ayrılığı, sınırlı yönetim, anayasal yönetim, direnme hakkı, özgürlük, mülkiyet, emek-değer teorisi gibi kavramlara ilişkin sağlam bir temel içermektedir.