Âdeta avuçlarımızdan akıp giden su misâli, zamanın ve yılların nasıl da çabuk geçtiğini, bu yazının satırları arasında kaybolurken daha iyi anlayabiliyorum. Benim, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 1978 yılında başlayan öğrenciliğim ve ardından 1983 yılında Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistanlıkla devam eden meslekî kariyerim sırasında tanıştığım ve 1985 yılında onun da kürsüye asistan olarak atanmasıyla, deyim yerindeyse kalp ve kader birliğine dönüşen akademik hayatlarımızın şimdi sonlarına yaklaştığımız bir an’ında, Rüstem Bozer hocanın emekliliğe varan akademik yolculuğunun yazılması işini ben üstlendim. Bu kısa yazının, 40 uzun yıl sonra, onun Sanat Tarihi yazıcılığımızdaki yerini bütün yönleriyle ve âdeta bir “roman tadında” ortaya koyabileceği iddiasında değilim; buna karşılık, âdeta rüzgârın önüne katılmış yapraklara yâhut suyun üzerine yazılmış yazılara benzettiğim ve içinde hayalleri, beklentileri, coşkuları, mutlulukları ya da hayal kırıklıklarını, kimbilir belki nedenlerini bile hatırlamakta güçlük çekeceğimiz kırgınlık ve kızgınlıkları da barındıran henüz yazılmamış hayatlarımıza dâir küçük de olsa tarihe bir not düşülmesinin gerekli olduğu kanısındayım. Prof. Dr. Z. Kenan BİLİCİ