“Artık zamanı gelmişti; beyaz tay hücuma kalkmak istediğini ön ayakları ile göklere yolalmaya çalışarak anlatmaya çalışıyordu. Tayın yelesine şefkat dolu narin bir dokunuşunardından kılıcının kabzasını kavradı elleri. Hırçın bakışları tozu dumana katarak cenkeden neferleri süzerken, asıldı kılıcına bütün gücüyle.İşte burada titredi yürek, nemlendi gözler ve sarsıldı heybetli beden. Var gücüyleasılmaya başladı kılıcına. Ama ne yapsa olmuyor, kılıcı bir türlü kınından çıkmıyordu.Beyaz tay huzursuzlaşmaya başlamıştı, vadinin kırmızıya dönmeye başlayan renginehayranlıkla bakıyor ve elinden bir şey gelmemesi canını yakıyordu.Neferlerin en önünde kılıcının boş geçmediği bir yiğit çarptı gözüne. Meydan yiğitlerekucak açmıştı besbelli. Gördüğü bu yiğit, var gücüyle kılıcını sallıyor, her hamlede avınıâdeta ikiye bölüyordu. Onun bu hâlini gören nefer daha bir aşka geliyor ve meydansiyaha boyanmış yüzlere dar ediliyordu. Yiğidin onca hamlesine rağmen yanağındakigamzeleri görebiliyor, tebessümlerini ta yüreğinde hissediyordu.Yüreğini dolduran kılıç kalkan sesleri heyecanına heyecan katıyor, bir an önce cenketmenin, hatta şehadetin tadına varmak istiyordu. Bir gayret daha asıldı kılıca amaolmadı, olmuyordu. Beyaz tay daha bir hırslanmıştı ama olacakları o da anlamıştı. Sahibineler olduğunu anlamaya çalışsa da bunu başaramayacağının farkındaydı. Hilalin ateşiile yanan yüreğine su serpmesi için bir defa daha asıldı kabzaya var gücüyle.Yüreğinden haykırdığı nağmeler bu defa göklere yükselmeye başlamıştı:“Ya Allah!”