Ödüllü yazar Jesse Ball’ın sınır tanımayan hayal gücünden çıkan bu distopik kurgu, eşitlik kavramını yeniden tanımlayan, tekinsiz ve rahatsız edici derece tanıdık bir dünyada geçiyor. Tekelleşmiş gücün ve daimi korkunun yaşam ve kültür üzerindeki yıkıcı sonuçlarını sahneleyen bu dünyada insanlar ikiye ayrılıyor: Vatandaşlar ve dörtlüler. Dörtlülerin hakları yok. Güvenceleri ya da özgürlükleri de. İlk tekliften sonra kırmızı şapkaları oldu. Mülteci damgaları. İkinci tekliften sonra ise başparmakları alındı. Başta biraz karşı koydular tabii, ama gazın karşısında kimse duramazdı. “Hakları olmayanlara her şey yapılabilirdi. Ortada moda haline gelen felsefi bir pozisyon vardı; bu da felsefede uyanış, inançta büyük ölçekli bir değişim dediğimiz şeydi: altta olanlara yapılanlar tam anlamıyla şiddet değildi. Bu, şiddetin yeni bir tanımıydı ve bugüne kadar ulusumuzu besleyen coşkun bir ahlakın yaratılmasına yardımcı oldu. Ahlakımız yaptığımız şeydir. Hepiniz bunu anlıyor musunuz? Peki, ya yaptığımız şey şiddet olmaktan çıkarsa; diyelim ki aynı şey, ama artık şiddet değilse: o zaman artık biz şiddet yanlısı değiliz; artık şiddet faili değiliz.”